İlk olarak söz alan MHP’li Hakan Pınar: “Söylendiği gibi tek adam padişahlığı ya da hilafet, saltanat gibi vesaireler değildir, tam tersine kuvvetler ayrılığını destekleyen, meclisi asli görevine döndüren bir sistem değişikliğidir. Yetkilere bakıldığında cumhurbaşkanının yetkileri arttırılmıştır ancak denetlenmesi konusunda yargıya karşı sorumluluğu da yeniden düzenlenmiştir. HSYK’nın oluşumundan anayasa mahkemesine kadar hangi maddesine bakarsanız bakın mevcudu korumuş ve hatta daha da güçlendirmiştir. Yani MHP’nin dün söylediği parlamenter sistemin güçlendirilmesi noktasında sözünün gereğini yerine getirmiştir. Ve ülkenin beka problemiyle karşı karşıya kaldığı bu dönemde bize göre milli güvenlik, beka sorunu, bölgesel karşı karşıya bulunduğu sorunları aşacağı, ivedi ve pratik kararlar alabileceği bir sistem bütünüdür diye meseleye bakıyoruz. Tam tersi cumhurbaşkanının başkanlık edeceği bir hükümet daha sağlıklı bir şekilde denetlenecek, meclis asli görevi ola yasa yapma konusunda asli görevine dönecek. Bu anlamda ben Çanakkale seçmenine kaygılanacak bir durum olmadığını buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum. Üzerimize yapıştırılmak istenen AKP yandaşlığı söyleminin vehmiyle tekrar söylüyorum, bu olay AKP yandaşlığı ya da karşıtlığı değildir, bir beka problemidir. Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntıları aşacak, sistem tıkanıklığını çözecek yapısal bir değişikliktir. Şuanda meclisten yeter sayıyı alarak halkın iradesine sunulmuştur. Neticede bu kararı verecek olan yüce Türk Milleti’dir. Milletin vereceği karar baş tacıdır. İradesine güvenmek lazımdır. Sonuç ne olursa olsun milletin bekası ve milli menfaatleri olur” dedi.
 
CHP’li Celal Karakaş: “Parlamenter Rejimin bizim için doğru olduğuna inanıyoruz. Bu getirilmek istenen bir tek adam rejimidir.  Sorun parti meselesi değil, memleket meselesidir. Çok seslilikten korkmayacağız. Tek sesin daha yararlı, daha doğru, memleketi refaha götürecek diye bir garanti yoktur. Ne kadar az insan Türkiye için karar verme hakkına sahip olursa işler o kadar kötüye gider, sonra yanıldık demekle bu işin içinden çıkamayız, kolay yanılırız. Onun için çok seslilik bir emniyet sübabıdır, çok sesten korkmayalım. Herkes bu vatanı seviyor, herkesin söz hakkı olmalı. Yüce meclisin herkesten fazla olmalı çünkü halkımızı meclis temsil ediyor. Bizi yönetecek olan bakanlarımızı da bu meclis seçmeli ve cumhurbaşkanı, başbakan aynen var olmalı. Üstelik şunu unutmayalım bu bir referandum. Hayır çıkarsa eğer, sayın cumhurbaşkanımız ve hükümetimiz görevlerini yapmaya devam edecekler. Bu bir seçim değil, olaya seçim gözüyle, parti gözüyle bakmamak gerekir. Bu bir memleket meselesidir. Bu bizi karanlığa götürür” diye konuştu.
 
Eski AK Parti İl Başkanı Erdener Can ise, “Bu kesinlikle tek adamlık değildir. Sadece çift başlılığın yaratmış olduğu sıkıntıları gidermek amacıyla böyle bir hükümet sistemi değişikliğine ihtiyaç vardır. Ülkemiz çevresinde ateşlenebilecek mezhepsel çatışmalara, savaşlara ve böyle dinamik bir ortamda parlamenter sistemin çözüm olabileceğine inanmıyorum. Bu kesinlikle ak partinin meselesi değildir. Biz ak partiden sonrasını da düşünüyoruz. Bu bakımdan da etkin bir icra makamı için başkanlık sistemini uygun görüyoruz. Referandum sonrasında çıkacak sonuca saygılıyız. Milletimiz baş tacı. Biz her görüşe son derece saygılıyız. Hayır oyu verenler haindir gibi bir şey kesinlikle yok. toplumu çok iyi bilgilendirmek lazım. Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Bu değişiklik kesinlikle bir rejim değişikliği değildir, yalnızca hükümet sistemi değişikliğidir” diye konuştu.
 
Pınar, “Milliyetçi Hareket Partisi’nin neden evet dediğine geçmeden önce, şunun altını çizmek istiyorum. Kamuoyunda MHP’yi son dönemlerde, özellikle son 7-8 aydır sanki bu meseleyle ilgili ya da yaklaşık 2002’den bu yana 15 yıldır iktidar olan AKP ile ilgili düşüncelerinde bir değişiklik olduğu, hatta MHP’nin Ak Parti’nin yedek lastiği, koltuk değneği, stepnesi gibi yakışıksız ifadelerle nitelendirildiği bir süreçte düğüm noktası anayasa değişiklik paketi. Ancak şunu özellikle vurgulamak istiyorum ki MHP 15 yıl boyunca iktidarda olan AK Parti ile ilgili dün ne söylediyse bugün de aynı yerdeydi. Bunu Sayın Genel Başkanımız da geçen hafta bir soru üzerine ifade etti. Bunun öncelikle altını çizmek istiyorum ve bilinmesini istiyorum. Ardından anayasa değişikliği sürecine nasıl gelindi. Sayın Genel Başkanın yanılmıyorsam 11 ekim 2016 tarihinde kamuoyunda genel algı AK Parti gündeminden kalkmışken Anayasa Değişikliği konusunu niye gündeme getirdi. İçeriğe yönelik tartışmadan ziyade, bunun detaylı anlaşılmasını istiyorum çünkü o süreçten bu yana Türkiye eski Türkiye değil 15 temmuz tarihinde bizi üzen, 242 cana mal olan bir darbe kalkışmasıyla karşı karşıya kaldık. Sürece nasıl gelindiği apayrı bir tartışma konusu. Ancak elbette ki bütün siyasal yapıların, MHP dahil kimyalarını bozdu. 2007 yılında Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi gündeme geldi. Yapılan referandumda da Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi halkın iradesiyle karar altına alındı ve ardından yapılan 10 Ağustos tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle %52 oy alarak Cumhurbaşkanı seçilen dönemin AK Parti Genel Başkanı ve Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, %52 halk desteğiyle Cumhurbaşkanı seçildi.  Her ne kadar hamisi, banisi ve kurucusu olduğu siyasal parti iktidarda olmuş olsa bile ona rağmen birtakım yeknesaklık sağlanamayan, fikir ayrılıkları yaşanan birçok konuyu hep birlikte gördük ve bunun sıkıntılarını zaman zaman yaşadık. Kaldı ki her 2 yapıda yani hükümet etmekte olan AKP ve Cumhurbaşkanı aynı siyasi anlayıştan gelmelerine rağmen ufak tefek de olsa bir takım sıkıntılar yaşandı. Dolayısıyla bu bir yerde sistemi tıkayan bir sorun olarak Türk Milleti’nin önünde durmaktaydı. Ardından 15 Temmuz’daki hain kalkışmada ülke uçurumun kenarından döndü” dedi.
 
Pınar, şöyle devam etti: “Sadece o da değil, siyasi kimliğini bırakmaması derken şu pencereden bakmak lazım; anayasanın 104 ve 105. Maddesi Cumhurbaşkanı’nın sorumluluklarını ve yükümlülüklerini düzenliyor. Hep birlikte müsaade ettik ki Cumhurbaşkanı kendisine anayasayla çizilmiş çizgilerin çok üstünde siyasi argümanlarla adeta bir partinin genel başkanıymış gibi her partiye eşit mesafede olması gereken cumhurbaşkanı kimliğinden sıyrılarak, adeta mevcut siyasi kimliğini devam ettirerek seçim meydanlarında konuşmak dahil, adeta bir genel başkan edasıyla siyasetin bir parçası olmaya devam etti.
Peki bunu anayasayı bu duruma mı uydurmak doğru, yoksa Cumhurbaşkanının Anayasa’ya uyması mı doğru. Sistem mi tıkıyor yoksa Cumhurbaşkanı Sistemi mi tıkıyor?
Hakan Pınar: Aslına bakarsanız defalarca Genel Başkanımız, MHP siyasi argümanları bunun yanlışlığına vurgu yaptı. Bunun doğru olmadığını yani cumhurbaşkanlığı makamının ettiği yemine sadık kalması gerektiğini, bütün siyasi partilere eşit mesafede olması gerektiğini, devletin başı olduğunu ve anayasada kendisine tanımlanan yükümlülüklere çekilmesi gerektiğini  defaten vurgulamıştır. Şu gerçeği yadsıyamayız. Cumhurbaşkanı %52 oyla seçilmiştir ve ısrarla 14 ağustos’ta Rize’de bundan sonra sistemin artık böyle işlemeyeceği yönünde bir ifadede bulunmuştur., seçildikten 4 yıl sonra. Dolayısıyla böyle bir vaka var, durum tespiti yapıyoruz. Cumhurbaşkanı’nın artık halk tarafından seçilmeyi gerekçe göstererek halkın iradesini doğrudan halkın iradesiyle seçilmesini gerekçe göstererek bundan sonra artık sistemin farklı işleyeceği yönünde ilk sinyalleri Rize’de vermiştir. Ve devam eden süreçte cumhurbaşkanı aynı saikle siyasete süreli müdahil olmaya devam etmiştir. Burada bir anayasal çarpıklık ortaya çıktı” diye konuştu.
 
CHP’li Celal karakaş “Çözüm ararken problemi küçültmek yerine problemi büyütmek oldu. Sayın hakan pınarın gidişine bakarsak Cumhurbaşkanı mevcut yetkilerinin dışına çıktı, mevcut anayasaya göre bir yaptırım uygulamamak için bize anayasa değişikliğine gittik dedi. O zaman böyleyse anayasa değişikliğine gidersiniz mevcut durumdan nasıl bir ceza verilmesi gerekir bir maddelik bir anayasa değişikliği talep edersiniz. Cumhurbaşkanı anayasal yetkilerinin sınırlarının dışına çıkarsa nasıl kolay bir şekilde yargılanabilir. Bunu verdikten sonra diğer maddelere geçmenize hiç gerek yok. Zaten 18 maddelik bir değişikliğin, esası 21 maddeliktir, anlaşılması ve tek bir madde şeklinde oylanmasının akıl ve mantıkla hiçbir ilgisi yok. İlk 10 maddeyi doğru bulup diğerlerini yanlış bulanlar ne yapacaklar? Evet mi diyecekler, hayır mı? 18 maddelik bir anayasa değişikliğini insanlara seçtirmekle onları sınırlandırmış oluyorsunuz. Eğer yola çıkış amacı Cumhurbaşkanı’nın hız sınırını aşması durumunda ne yapılması gerektiğiyse, onunla ilgili maddeyi koyarsınız ve halk oylamasına gidersiniz.
Hiç kafa karıştırmaya gerek yok. 18 madde bir arada oylanmaz. Böyle bir durumda çıkış sebebiniz neyse o maddeyi koyacaksınız, onu tartışacağız. Anayasada boşluklar vardır, düzeltilmelidir, kimse buna itiraz etmiyor zaten. Biz bunu söylerken 1982 anayasasını da savunmuyoruz. Ama birden fazla konuyu aynı platformda tartışmak son derece sağlıksız. Toplumda da konuşuyoruz. Şu 18 maddeyi kim okumuş diye sorun, toplumun %99 ‘u okumamıştır. Herkes en çok televizyonlarda duyduğu, gazetelerde büyük puntolarla yazılmış olan 3-5 maddeyi telaffuz edebilir, onun haricinde hiçbir şey söyleyemez. Yani siyasetçiler en çok neyi söylüyorsa o konuda evet ya da hayır derler veya bu konuda bir fikrim yok diyebilirler ama diğer maddelerin varlığından bile haberleri yoktur. Bunu daha önce de yaşadık. 2014’te bir süreç yaşadık, aynısını şimdi de yaşıyoruz. Ben doğru bulmuyorum. Ben tamamen mantık silsilesiyle gidiyorum. Partiler olarak konuşmuyorum. CHP öyle demiş, AKP böyle demiş, hiç buradan gidemem. Diyorsunuz ki; Cumhurbaşkanı yetkilerini aşmıştır, anayasada buna dur diyecek bir yöntem yoktur. Ben de bu tezinize büyük bir samimiyetle destek veriyorum, saygı duyuyorum. Buyurun bu konudaki önerinizi tartışalım, oylayalım. Tek madde olsun, içeriği Cumhurbaşkanı yetkilerini aşarsa yaptırımı şu, şu, şu olmalı. O zaman olan ve olmayanı tartışırız. Teknik konular, uzmanlar tarafından böyle bir durumda tartışılabilir. Gerekçe belli, çözüm belli, bir noktada buluşulur. Mecliste anlaşılamazsa o zaman halk oylamasına gidilir. Biz burada siyasetçilerin daha da ötesinde, takım tutar gibi değil, bir mantık silsilesiyle olayları yorumlayabiliriz. Bu mesele 18 maddenin sadece 1 tanesinde geçiyor. Diğer 17 maddeyi niye konuşuyoruz? Ülkemizin gerçekten çok ciddi problemleri var. Ekonomik anlamda sıkıntılarımız var, Suriyelilerle ilgili sıkıntılarımız var, Suriye’de şehitlerimiz var, Irak ayrı bir sorun… Ne acelemiz vardı bizim? Eğer konu sadece bu ise 1 maddelik referandum başım üstüne ve hemen de uygulamaya geçmeliydi. Sonuç ne çıkarsa çıksın, bu kaosa, karmaşaya gerek yok.  Ben bugün değişikliği indirdim, 11 sayfa. İnsanların %10’u bunu okudum desin, ben evet diyeceğim ama okuyamazlar, çok karışık, karmakarışık. Hepsi birbirinden farklıdır. Onun için bu verilen karardan daha öte, zamanlama son derece yanlış, zamanı, yeri hiç değil şuan. Zamanının, yerinin olmadığının da ispatı şu; bu yayınlandıktan sonra, HSYK seçimleri 1 ay sonra yapılacak ama ülkenin genel seçimi 2.5 sene sonra yapılacak. Ben diyorum ki bunlar ortaya konsun, zenginleştirilsin, acele edilmesin. Bu kadar sıkıntılı bir dönemde birbirimize düşecek neyimiz var? son derece yersiz, gereksiz ve zamansız. Bunu sayın cumhurbaşkanımızı hedef alarak asla söylemiyorum. Akp’yi de eleştirerek asla söylemiyorum. 18 maddeyi tartışalım, belki 18 madde yetmez daha fazlasını tartışalım, hatta anayasa yeniden yazılabilir bunu tartışalım ama bu kadar paldır küldür olmaz bu işler. Benim tek dileğim, cumhurbaşkanımızın bunu geri göndermesi ve barışı sağlayacak tansiyonu düşürmesi. O zaman ben kendisini ayakta alkışlayacağım. Hala böyle bir umudum var. bu gereksiz, bir daha düşünülsün. Her şey çözülür” diye konuştu.
 
Eski AK Parti İl Başkanı Erdener Can ise, “Türkiye’de gündemin en yoğun olarak teşkil ettiği kısım parlamenter sistemin değiştirilmesi konusuna. Ben biraz geriye gitmek istiyorum. Parlamenter sistem İngiliz orijinali bir sistemdir. İngiltere’den kıta Avrupa’sına yayılmış, oradan bize kadar intikal etmiştir. Parlamenter rejim 21 anayasasından sonra 1924 anayasasıyla birlikte Türkiye’de uygulanmaya başlanmıştır. Yaklaşık 90 yıllık bir parlamenter sistem tecrübemiz ve yaşantımız var diyebiliriz. İngiltere’de bu böyle değil. İngiltere’de anayasal metinler 1215 Magna Carta’ya kadar gidiyor. Bizim 90 yıllık tecrübemize karşın, parlamenter sistemin çıktığı İngiltere’de 800 yıllık tecrübe var. İngiliz sisteminde mutlak monarşiden meşruti monarşiye geçiş ve krallığı kaldırma gibi bir çalışma olmamış. Şuanda hala kraliçe vardır. Başbakan seçilir, kraliçeye gider kendisini takdim eder ve göreve başlar. Böyle bir sistem var. Biz 1922’de saltanatı kaldırmışız. Baştan sistemde bir uyumsuzluk var. 1923 cumhuriyetin ilanıyla birlikte Cumhurbaşkanlığını getirmişiz. Ama geldiğimiz noktada şimdi sanki anayasanın Türkiye’de Cumhurbaşkanımıza uyarlanması gibi bir söyleme geldik ki ben buna katılmıyorum ve çok doğru bulmuyorum. AK Parti Cumhurbaşkanı’nın çocuğu gibidir. Sonuçta 14 senede bu ülkeye çok büyük hizmetler vermiş partini kurucusu Cumhurbaşkanı’nıdır. Cumhurbaşkanı’nın evladı gibi bakması çok doğaldır. Her kademesindeki insanlar da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı çok büyük sevgi ve saygı beslerler. İstişare edilmesi de çok doğaldır. O yüzden ben Cumhurbaşkanı anayasanın uyarlanması gibi bir söylemi doğru bulmuyorum. Buradaki sıkıtımız parlamenter sistem ülkemize uygun olup olmadığı. Parlamenter sistem geçmişten bugüne 90 yıllık tecrübelerimizde pek çok siyasetçi, akademisyen, hukukçu zaman zaman parlamenter sistemle ilgili sıkıntılarını dile getirmiştir. Rahmetli Özal’dan tutun, Erbakan’a, Alparslan Türkeş’e kadar pek çok lider zaman zaman başkanlık sistemini savunmuştur. Bugün geldiğimiz noktada da biz de artık diyoruz ki İl Başkanımız Yeşim Hanım, arkadaşlarımız konuya daha vakıflar, onların da bu konuda açıklamaları çalışmaları var. Ben burada misafir olarak görüşlerimi belirtmek istiyorum. Burada sıkıntı parlamenter sistemin yeterli gelmemesi. Celal Hocamın da dediği gibi Türkiye ateş çemberinden geçiyor. İçeride ve dışarıda pek çok sıkıntılarımız var. Bir yandan FETÖ’yle mücadele ediyoruz dışarıda DAEŞ’le mücadele ediyoruz, sınırlarımızın dışında bir PKK koridoru kurulmak isteniyor. İnanılmaz derecede sorunlarımı var. parlamenter sistem bunlarla baş edebilmek için yeterli mi, değil. Parlamenter sistem kırılgan yapıdadır. Dinamik, etkin bir coğrafyada bulunan Türkiye’nin ise hantal bir yapıyla yönetilmesi mümkün değildir” dedi.
 
Can, son olarak şu ifadelere yer verdi: Çift başlılığın kaldırılması olarak görüyorum. Bu arada amaçlanan başbakan ve bakanlar kurulunu bunun yerine Başbakanlık kaldırılıyor, Cumhurbaşkanlığı makamı icra merci oluyor ve yürütmenin başı oluyor. Seçimle birlikte yardımcılarının atamasını yapıyor ondan sonra da idare erkinin başında sadece 2 dönem için 5 er yıldan toplam 10 yıl için görevde kalabiliyor. İlk 5 yılın sonunda karnesi iyi değilse sandık geldiği zaman vatandaş emeklerine teşekkür edip başkasını göreve getiriyor. Bu sistemi sadece Recep Tayyip Erdoğan olarak da konuşmak yanlış. Kişiye özgü bir sistem değil 90 yılda uyguladığımız parlamenter sitemin daha iyi daha etkin ve hızlı bir sisteme dönüştürülmesini tartışmamız lazım. Kişiler üzerinden değil parlamenter sistem kırılgan, koalisyon riskleri var. 7 Haziran’da koalisyon krizi yaşadık, %41 oyla AK Parti hükümet kurmayı başaramadı. Devlet bir anda başsız idaresiz kalmış gibi bir ortama sürüklendik. Geçmişte koalisyon hükümetlerinin nasıl sıkıntılar yarattığını da biliyoruz. Gerek iç politikada gerek dış politikada zaman zaman bu sıkıntıları hep birlikte gördük. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bir anayasa kitapçığını dönemin Başbakanı Ecevit’e fırlatmasıyla bu ülke kaosa sürüklenmişti. İç politikada çift başlılık maalesef böyle sıkıntılara sebebiyet verebiliyor. Dış politikada da çok acı örnekleri var. Ermenistan’ın Dağlık Karabağ işgalinde Azerbaycan Türklerini katlederken bir şey yapamadık. Cumhurbaşkanı Özal Kars’ta bir tatbikat yapalım ve birkaç tane bomba Ermenistan’a düşsün bir şey olmaz. Buradaki stratejik yaklaşımı Azerbaycan’ı etkin desteklemek ve Ermenistan’a da göz dağı vermek. Dönemin Başbakanı Demirel buna şiddetle karşı çıktı, maceracılık olmaz dedi. Acıyla Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki Azeri kardeşlerimizin katledişini üzüntüyle izledik. Bir şey yapamadık. Yurtta sulh cihanda sulh. Sonuna kadar katılıyorum ama gerektiğinde dik durmak da gerekir. Biz Azerbaycan’la tek millet iki devletsek sıkıştıklarında dik duramıyorsak parlamenter sistemin çift başlılığından dır. Cumhurbaşkanı ile Başbakanın uyumsuzluğundandır. Mustafa Kemal’in sözünden bahsettim. Sonuna kadar katılıyoruz barış olsun ama zamanı geldiğinde de biz kardeşlerimize soydaşlarımıza sahip çıkmak zorundayız. 1933 de Mustafa Kemal ne demişti? Ömrüm yeterse Musul, Kerkük, adalar, batı Trakya dahil Selanik’i Türkiye’ye katacağım demişti. Ülkemizin bir milli menfaatleri olur. Elbette barışçı bir siyaset izlersiniz ama yerin geldiğinde de milli menfaatlerinizi gözetirsiniz. Biz tek millet dediğimiz Azerbaycan’a yardım edemiyorsak bu parlamenter sistemin çift başlılığındandır. Sıkıntılarını tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Recep Tayyip Erdoğan ya da başka kişiye ait bir sistem değildir. 18 maddelik pakete baktığımız zaman 18 yaşındaki gençlerimizin seçme hakkı zaten var. 25 olan seçilme hakkı veriliyor. Milletvekili sayısı 550 den 600 e çıkıyor. Başbakanlık kaldırılıyor yetki Cumhurbaşkanı da icra mercii olarak Cumhurbaşkanı da bu yetkinin yanında sorumlulukları da var. Cezai sorumlulukları da var. 600’ün 301 bulunması şartı var. suç işlemişse delileri varsa toplum büyük oranda rahatsızsa milletvekilleri mecliste bu iradeyi yansıtır. Yeni sistemde kuvvetler ayrılığı da sağlanacak. Biz her zaman için kuvvetler ayrılığını eleştirmiyor muyuz. Parlamenter sistemde yürütme yasamanın içinden çıkıyor. Yasamanın içinden çıkan bir bakanlar kurulu, yumuşak bir kuvvetler ayrılığıdır. Yeni sistemde net ve sert olacak milletvekili mecliste kanun yapacak.”
 
CHP’li Karakaş ise son olarak şu ifadeleri kullandı: “Çok seslilik her zaman kötü anlamlara getirilmemeli. Bazen daha aktif siyaset yapmak isteyenleri frenleyecek bir mekanizma olması gerekir. O dönemden verdiğiniz örneğe katılıyorum. Ancak o zamanda cumhurbaşkanının söylediği mantıklı, başbakanın söylediği mantıksız olarak duruyor ama tam tersi de olabilir. Dolayısıyla bir kişi olura en doğruyu o bilir ve o yapar demek doğru değil. Güneydoğudaki durum ortada, askerler bölük komutanımıza soracak vaktimiz yok, istihbarat aldık diyorlar, vakitleri kıymetli. Oysaki çözüm sürecinde AKP bir yasa çıkardı. Yetki valilere veriliyor. hatta Bitlis’te bir yazı yayımlandı. Asker terörist görmüş, istihbarat almış, operasyon izni istiyor. 2 gün sonra cevap geliyor; gerek yok. Bir taraftan çabuk olmayı savunurken, diğer taraftan da güvenlik güçlerinin terörle mücadele etmesinde araya bir de valiyi koyuyoruz. Valilerimiz çok kıymetli ama askeri bilgileri arazide savaşan güvenlik güçlerimiz kadar değil. Olduğunu kabul edelim, ikinci bir katman. Bir yerde tutarlı olmak lazım, ışık hızında karar alalım şeklinde hayata bakıyorsak, çoğu zaman da yeri vardır, katılıyorum ama bunu güneydoğu olaylarında da göstermek gerekir.”
 
 
Şerife Erdem
 


Kaynak: Haber Merkezi